Yeni Yıla Girerken Bir Hikâye

Ekonomi Notları
-
Aa
+
a
a
a

 

Ömer Madra: Bugün bir hikâye anlatacağını söylemiştin geçen hafta, Yılı tamamlamak için bir hikâye anlatman iyi olur diye konuşmuştuk.

 

Hasan Ersel: Biraz eğlenceli bir şekilde, her büyümenin toplum refahını arttırmayacağına dikkati çeken bir öykü. Ezra Mishan adlı bir İngiliz iktisatçısının, ilk defa, 1967’de yayımlanan İktisadi Büyümenin Maliyetleri adlı kitabında yer alıyor. Mishan çok önemli bir iktisatçıydı. Öykü şöyle başlıyor; “Silah taşımanın kişilerin yasal hakkı olduğu bir ülke düşünelim.” Böyle bir ülke olabilir mi?

 

ÖM: Olabilir, olabilir.

 

HE: Dernekler falan da var bu ülkede “silah bizim canımız” diyen. Tabii böyle bir ülkede gençler en son model tabanca almak için yarışırlar değil mi normal olarak? Çeşitli firmalar var, bir kısmı tabanca yapıyor, bir kısmı da birden fazla tabanca taşımaya olanak sağlayan kemerler geliştiriyorlar, onun reklamını yapıyorlar. Bu durumda silah patlayınca yaralanmak söz konusu olabilir tabii, bunun için kurşun geçirmez yelek, dizlik, miğfer üretimi de hızla artıyor, evler için kurşun geçirmez camlar geliştiriliyor, bunlar üretiliyor. Tabii iş bununla da bitmiyor, tehlikeli bölgelerde evlerin, hatta evlerin içinde odaların kurşun geçirmez kapılı ve duvarlı olması gerekiyor. Bu da inşaat sanayiinde bir gelişme. Böyle bir ortamda yaşıyorsanız eğitime de önem vermek lazım, hiçbir aile çocuğunu hızlı silah çekme eğitimine göndermeden edemez, yoksa çocuk ölür. Bu eğitim hızla yayılıyor. En iyi okullarda haftada bir kaç saat hedef talimi var. Bir de çatışmalardan kaçma dersi var, onu da öğretiyorlar, yani arada da kalmamak lazım. Tabii sigortacılıkta da çok büyük gelişmeler var, yaralanma ve öldürülme olasılığına karşı kendisi ve yakınları için yaşam sigortası, sağlık sigortası yaptırmak isteyenler kapılarda. Primler de yükseliyor tabii. Yani bu alan da gelişiyor. Dikkat edin tabanca değil sadece, sigortacılığa kadar geldik. Tabii tıbbi bakıma talep artıyor, çünkü yaralananlar çok oluyor, tıp hizmetinin maliyeti yükseliyor, orada gelirler yükseliyor. Tabii dikkat etmek lazım burada sadece normal olarak silah yaralanmalarına karşı gelişmiş tedavi biçimlerinin bulunması normal, ama iş bununla sınırlı değil; çünkü ağır kurşun geçirmez yelekler yüzünden bazı başka rahatsızlıklar oluşuyor, vs. Onlar için de ilaçlar gelişiyor, tedavi yöntemleri gelişiyor. İki de bir silah patlıyor, bunlar insanları huzursuz ediyor. İnsanlar sakinleştirici kullanmak istiyor, doktora başvuruyorlar, bir kısmı alkole vuruyor kendisini, onlarla da doktorların uğraşması lazım. Yani tıpta diğer alanlar da gelişiyor. Tabii burada devletin iktisadi gücü de artıyor, vergiler yüksek, süregelen kan davaları oluyor, onların mağdurlarının artmaması için polisin güçlü olması lazım, güçlü polis örgütü var, hapishaneler lazım, hapishane hastaneleri lazım. Evler, ofisler, hastaneler, okulların korunması lazım, bunun için de para lazım. Tabii çocukların okula güvenli bir şekilde gidebilmesi için okul otobüslerinin zırhlı olması lazım, yani herhangi bir otobüs olmaz, onlara para lazım. Bu da kamu harcamalarını arttırıyor. Bir de barışsever bir insanı düşünelim; barış sever olması kendini korumayacak anlamına gelmez, bu ortama çılgın gibi atılamaz, o da silah arayacak. Adam gidip kendi iradesi ile bir silah alıyor kendini korumak için, kimseyi vurmak için filan değil. Bu durumda, bir iktisatçının kalkıp silah üretiminin kısıtlanmasını savunması anlamlı bir şey mi? Bu o barışsever kişinin özgürlüğünün ihlali anlamına gelir. Piyasa da düzgün çalışıyor diyelim, yani rekabet var, kaynak dağılımı etkin bir şekilde sağlanıyor, yani barış sever bir insanın bile silah alması sağlanıyor piyasadan, birisi ona satıyor, o da alıyor. Bu ekonomide silah ve aksesuar endüstri ürünlerine olan istem artıyorsa ekonomi sağlıklıdır, yani sağlıklı bir şekilde gelişiyor.

 

ÖM: Tabii cenaze levazımatının da çok artması beklenir.

 

HE: Yalnız küçümsemeyelim, iktisatçının hiçbir görevi yok diye bir sonuç çıkmaz buradan. Yani Mishan böyle söylüyor; bu hikâye aynen böyle, onun yazdıklarını çeviriyorum.

 

ÖM: Evet, evet, hikâye çok güzelmiş!

 

HE: Böyle bir sonuç çıkmıyor, çünkü silah kullanımının bazı dışsal maliyetleri var, zararları var, yani birisi birisine ateş ediyor ama başkası rahatsız oluyor. Mesela ülkenin seçkin bölgelerinde cesetler sokağa yığılabilir, ama bundan bir yığın rahatsızlık doğar. Sokaktan geçemezsiniz, trafik aksar, salgın hastalıklar çıkar vs. Bu maliyetleri karşılayabilmek lazım, bunlar toplumsal maliyet, topluma verilen zarar. Onun için vergi almak lazım. O zaman iktisatçı gider, bir silah uzmanı ile oturur konuşur, ondan bilgi alır ve hangi silah, ne tür cephane üzerinden, ne kadar vergi alırsa bunun en iyi olacağını, optimal olacağını bulur. Böylelikle bir vergi tasarısı hazırlar. Toplumun şikâyetleri çok artıyor, hükümet bakıyor ki böyle olmuyor, biraz yapısal değişiklik yapmak lazım, reform yapmak lazım. Bunun için bir komisyon kuruyor ve bunu büyük bir yaygara ile topluma duyuruyor. Propagandasını yapıyor “biz böyle bir komisyon kurduk, bu meseleye bakacağız” vs. diye. Komisyonun başına da ünlü bir mimar getiriliyor. Bu mimar olayı anlıyor, akıllı bir adam, gerçekçi bir adam, “sorunların nedeni bu ekonominin silah ve ona bağlı aksesuar endüstrisine bağlı olması” diyor. Bu bir veridir, değiştirilemez, ekonomi böyle çünkü. Bu nedenle mimar şöyle diyor: “Bir kere bu endüstrinin yaşayabilmesi için insanların silahlanabilmesi lazım. Silah almalarına olanak sağlayalım, ama barışçı da bir ortam olsun. İnsanlar istedikleri kadar silah alsınlar, ama ölüm olaylarını mümkün olduğu kadar, azaltalım.” Çözüme de “tabanca mimarisi” adını veriyor. Bir kere atış yapılamaz denilen yüksek çitlerle çevrili bölgeler yapılacak şehirlerin içine. Yollar dairesel ve dalgalı biçimde yapılacak ki düello yapılacak mesafe olmasın. Yani “sen kırk adım at ben de kırk adım atayım, sonra birbirimize ateş edelim” denilebilecek bir yer olmayacak.

 

Yüksek çitlerle çevrili bölgeler yapılıyor şehrin içine, o bölgelerde atış yapılamaz. Ama kalan her yerde herkes ateş edebiliyor ya, bütün şehrin mimarisini değiştiriyoruz bu defa, yollar düz değil dairesel oluyor. Fakat tabii yolun bir tarafından öbür tarafına ateş etmek mümkün. Onu engellemek için de her yolun ortasında yüksek ve kurşun geçirmez camdan yapılmış duvarlar çekiliyor. Tabii her yeri, her stratejik noktayı 24 saat gözleyecek korunmuş televizyon kameraları getiriliyor. Yazının 1967’de yazıldığını hatırlatırım. Tabii polislere de helikopter filoları veriliyor. Hükümet bunu alıyor, bakıyor “Çok güzel, etkin bir program, yalnız bir problem var, bunun maliyeti korkunç, bütün şehirleri baştan yaratacaksınız. Biz bu vergiyi almaya kalkarsak, bırakın iktidarda kalmayı memlekette isyan çıkar.” Böylece rafa koyuyor projeyi. Bu olayda mantık şu şekilde, “madem ki bu toplum silah endüstrisi üzerine kurulmuştur, bunu veri almak zorundayız, buna bir şey olursa maazallah ekonomi çöker.” Halbuki dikkat ederseniz bu tarif edilen ekonomi insanların mutluluğuna, refahına hiçbir şey katmayan bir ekonomi. Bu ekonomi tümüyle çökse, insanlar birbirini vurmasa, yani insanların birbirini vurması yasak olsa, düello yasak olsa, çok ağır cezalar olsa, “polis dışında kimse silah sahibi olamaz” dense, bambaşka bir düzen olsa, insanların hepsinin geliri çok düşük olacak eskiye oranla, çünkü başka bir şey yok. Ama insanlar ölmeyecek, anneler ağlamayacak, vs. insanlar mutlu olacak. Fakat bunu söylemeye, yani “gelirinizi kaybedin” demeye cesaret edemediğiniz zaman böyle absürd bir şey yapıyorsunuz.

 

ÖM: 67’de mi yazmıştı Mishan bu kitabını?

 

HE: Evet.

 

ÖM: İlginç tabii, Jeremy Bentham’ın çok daha eski panoptikon düşüncesinden de esintiler var. Her şeyi gözetleyen tek bir otorite fikri vs. Fakat ilginç olan şu, sınırsız ve saplantılı bir şekilde büyümeye konsantre olmak insana diğer bedelleri tamamen unutturur hale geliyor. Daha bugün yeni okuduğumuz bir habere göre mesela, Çin’den ilk defa iklim değişikliği ile ilgili bir rapor çıkmış, çok ciddi bir rapor. “Büyümemizi ve gelişmemizi de engelleyecek bir bedel ödeyebiliriz” diye Çin’den böyle bir rapor çıkması da düşündürücü. İlk defa fark ediyor onlar da. Bu bedel meselesi önemli tabii.

 

HE: Bu öykünün çeşitli şekillerde yorumu mümkün ve yorum çok önemli. İktisadi büyüme toplumun amacı değildir, insanların refahını, mutluluğunu kavram olarak hem arttırmak hem de birbirine benzer şekilde olmasını sağlamak, yani bazılarının değil, herkesinkini arttırmaktır. Bu büyüme ile mi sağlanır, ya da nasıl bir büyümeyle sağlanır? Bu soruları hep sormamız gerekiyor ve uzun vadeli bir büyüme programı üzerinde düşünenlerin de bir çok şeyleri almamayı öğrenmeleri lazım. Tamam bazılarını değiştirmek çok zordur, kabul, ama uzun vadeli bir plan yapıyorsanız onları değiştirmeyi de göz önüne alabilirsiniz. “Enerjiyi biz bu şekilde kullanıyoruz, yarın sabah artık başka türlü enerji kullanacağız” dememiz mümkün değil, bunu herkes biliyor. Bugünden yarına dünya yeni bir enerjiye geçemez ama 10 yılda da geçemez mi?

 

ÖM: 24 yıldan fazla da zamanımız olmadığı şeklinde ciddi perspektifler varken tabii ki geçmesi gerekir.

 

HE: 1973 yılı sonunda bu Ramazan Savaşı ya da Yom Kippur Savaşı olarak anılan savaş çıkınca enerjiden tasarruf edilmesi, petrolün çok daha az kullanılması söz konusu olmuştu. Tabii olayı sadece Arap ülkelerinin koyduğu ambargo tetiklemişti, ama onun arkasında da, “yahu bu zaten pek de iyi bir enerji değil” denmişti. Sonra ne oldu?

 

ÖM: Tamamen unutuldu ve tersine dönüldü.

 

HE: 74’de uygulanmaya başlansaydı hrşey farklı olurdu belki de. Hatta uygulandığı alanlar vardı; o zamanki yolcu uçaklarının motorları o günkülerin kullandığının 1/3 yakıt kullanıyor.

 

ÖM: Bunlardan vazgeçildi değil mi? Ne tuhaf yahu!

 

HE: Sonra yine eskiye döndük. Dolayısıyla iki şey gerekiyor; bir tanesi uzun vadeli düşünmek, veri olarak ele kabul edilen bazı şeylerin değişebileceğini açık olarak kabul etmektir. Bütün iktisatta, uzun dönemli analizin özü şudur: “kısa vadede değişmez veri olarak aldıkların uzun vadede değişir”. Nasıl değişir? Onu oturup düşünmen lazım. Çevre bağlamında da bir olay ortaya çıkıyor, bu küresel kamusal maldır, yani bunu bir ülke değiştiremez. Ülkeler arasında işbirliği lazım, konu insanlığın geleceği ile ilgilidir. Bu en zayıf olduğumuz noktalardan bir tanesi, yani insanlık bir bütün olarak düşünüldüğünde.

 

ÖM: Bu işi bitirebilir de... 2015’e kadar süremiz olduğunu söyleyen, dünyanın en kıdemli iklim bilimcisi, NASA’dan James Hansen, “geri çevirecek bir eşiği atlamadan, geri dönülmez noktaya gelmeden tedbir almak için sadece 10 senemiz var” demişti bu yılın başında. Şimdi kaldı 9 yıl! Yani durum aslında vahim. Bu perspektif bana da çok önemli görünüyor, yıl sonunda yaptığımız bu programda böyle iktisadi bir açıdan da bakılması çok iyi oldu bence.

 

HE: İyi yıllar dileyelim bari, inşallah gelecek yıl böyle bir öyküyü bir daha anlatmak zorunda kalmayalım.

 

(28 Aralık 2006 tarihinde Açık Radyo’da yayınlanmıştır.)